Select Language EN / TR
Erol Tabanca

Erol Tabanca

Polimeks Holding Yönetim Kurulu Başkanı ve OMM Kurucusu

“Toplumla samimiyet kurabilen sanat, insanları kendine daha çok çekiyor.”

12 Şubat 2021

Erol Tabanca, sanat dünyamızın en önemli koleksiyonerlerinden. Kurucusu olduğu OMM - Odunpazarı Modern Müze, genç yaşına rağmen 18th Museums + Heritage Awards (18. Müze ve Kültürel Miras Ödülleri) kapsamında, "Yılın Uluslararası Projesi" ödülüne layık görülerek dikkat çekici bir başarıya imza attı. Mimar olarak yetişen ve Polimeks kadar güçlü bir marka yaratmayı başaran Tabanca, bugünlerde sanat alanındaki yeni projelerinin heyecanını yaşıyor. Tabanca ile sanat tutkusunun kökenlerini, koleksiyonunun oluşum sürecinin öyküsünü ve OMM ile olan serüvenini bizimle tüm içtenliğiyle paylaştığı bir söyleşi gerçekleştirdik.

 

Sanata olan ilginiz ne zaman ve nasıl başladı? Sanatla ilk karşılaşmalarınıza dair anılarınızı bizlerle paylaşır mısınız?

 

Ben Ankara Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi’nde okudum. Sanata olan ilgimin mimarlık eğitimine başladığımda ön plana çıktığını söyleyebilirim. Galeri Nev’in şimdiki sahibi olan Haldun Dostoğlu da o zamanlar okulunu yeni bitirmişti ve ilk Galeri Nev’i Ankara’da açmıştı. İlkin oraya giderek sanatın bizi etkileyen taraflarını görmeye başladık. Yıllar sonra, müzemizin ilk sergisinin küratörünün Dostoğlu olması da bence hoş bir anekdot. Tabii, o dönemlerde ilgim amatörce bir beğeniydi; öğrenci olarak ekonomik gücüm, koleksiyon yapmak için yeterli düzeyde değildi. Bu arada mimarlığın ilk yıllarıydı ve gençliğin delişmenliği de vardı tabii… O zamanlar Mimarlık Tarihi ve Sanat Tarihi derslerinden çok sıkılırdım ve “bunlar proje yaparken ne işimize yarayacak” diye düşünürdüm. Şimdi rahmetli olan çok değerli bir hocamız vardı ve kendisiyle bu konuda o zamanki ‘cahil’ aklımla tartışmaya bile girmiştim. Ona “bunları konuşacağımıza neden geleceği konuşmuyoruz” diye sormuştum. Şimdi bunu düşündüğümde gerçekten utanıyorum. Sonradan anlıyorsunuz ki, insanın tarihini bilmeden geleceğini konuşması kadar abes bir durum yok.

 

Sizce mimarlık eğitiminiz sanatsal beğenilerinizi etkiledi mi?

 

Kesinlikle. Gençken TRT’nin radyo kanallarını dinlerdim; TRT 3’te klasik müzik bestecileriyle ilgili güzel bir program vardı ve programın sloganı şöyleydi: “Onlar bizim duyduklarımızı, biz duymadan önce duydular”. Ben de mimarlık eğitimim sırasında ve sonrasında hep şunu düşündüm: Aslında mimarlar da böyle. Onlar da bizim gördüklerimizi, biz görmeden önce gördüler. Önlerinde boş, beyaz bir kağıt vardı ve onunla uzun süre kalıcı olabilen birtakım şeyler yarattılar. Elbette bunları, ancak işinin hakkını veren mimarlar için söyleyebiliriz; yoksa ülkemizde, çevremize baktığımızda mimar imzasıyla yapılmış olduğu halde nahoş görünen birçok yapı ile karşılaşıyoruz. Mimarlık, bence çok geniş bir yelpazesi olan bir meslek ve yaptığınız her işte, o işi düzgünce yapabilmeniz için belli detaylara mutlaka vakıf olmanız gerekiyor. Bu, hastane de yapıyorsanız geçerli, havaalanı da, müze de; bunların her biri, kendi içinde bilgi ve birikim gerektiren konular. Dolayısıyla hem araştırmacı, hem de seçici olmak zorundasınız. “Seçici” diyorum; çünkü sadece mekanı yaratmanız değil, o mekanın insanlara sıcak gelmesi için bazı adımlar atmanız gerekiyor. Aslında tüm bunlara bakınca Plastik Sanatlar da mimarlığın içinde ve onunla kol kola; birlikte yürüyorlar. Bu da sizi ister istemez sanata yaklaştırıyor.

 

Sanat tutkunuzun yanı sıra, uzun yıllar basketbol oynadığınızı ve sporla halen iç içe olduğunuzu biliyoruz. Aynı şekilde müzikle ve sinemayla da yakından ilgilisiniz. Yoğun iş temponuzda tüm bunlara zaman ayırmayı nasıl başarıyorsunuz?

 

Bu soruyu bana iki yıl önce sorsaydınız, “haklısınız, çok zor oluyor” derdim. Ancak yaklaşık bir buçuk yıl önce, şirket olarak ağır müteahhitlik işlerinden çekilmeye karar verdik. Önceki dönemlerde, özellikle yurt dışında çok yoğun projelerimiz vardı. Ama ben hem eşime, hem de çocuklarıma bir söz vermiştim: Türkmenistan’daki büyük olimpiyat kompleksi projemiz bittikten sonra birlikte daha çok vakit geçirecektik, hem de kendime daha çok zaman ayıracaktım. Kısacası, şimdi ile iki yıl öncesi arasında benim açımdan çok büyük bir fark var. Ne mutlu ki profesyonel yöneticilerimiz, şirketimizin kurumsallaşmış yapısı sayesinde işleri yürütmeyi sürdürüyor. Eskisi kadar yoğun olmasa da işin içinde olmaya elbette devam ediyorum; ama hem kendime, hem de aileme, aynı şekilde spora çok daha fazla vakit ayırabiliyorum. Günün sabah saat 11.00’e kadarki kısmını genellikle ailemle geçiriyorum. 11.00’den sonra da dışarıda ya da ofiste işlerim varsa onları takip ediyorum. Bunu yapabildiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum; umarım bundan sonra da böyle olmaya devam eder.

 

Aslında tüm bunlara bakınca Plastik Sanatlar da mimarlığın içinde ve onunla kol kola; birlikte yürüyorlar. Bu da sizi ister istemez sanata yaklaştırıyor.

 

 

Sistemli olarak sanat koleksiyonu yapmaya ne zaman başladınız? Alım süreciniz ilk başlarda nasıl işliyordu?

 

“Sistemli olarak” denince aslında çok uzun bir süreç değil; en fazla yedi, sekiz sene diyebiliriz. Samimi olmak gerekirse, “koleksiyoner” titrini kendime galericiler bana fuarlarda gezerken “Erol Bey, size şu iş ile ilgili bilgi verelim” dedikçe yakıştırmaya başladım. Tabii ki koleksiyonerliğin kriteri bu olmamakla birlikte, demek ki insanlar artık beni biliyor ve tanıyordu. Önceleri yurt dışında çok fazla vakit geçirdiğim için ön çalışmaları benim yerime Defne Casaretto yapıyordu. Ben bunları inceliyordum ve ikimiz de beğenirsek eseri alıyorduk. Bundan önceki dönem ise hiç de bilinçli seçimlere dayanmıyordu; yalnızca beğendiklerimi alıyordum. Zaman içinde, bu alanda bilgili insanlarla konuşma olanağı buldukça yaptığımın aslında yanlış olmadığını; beğendiğim bir eseri almanın da gayet geçerli bir yol olduğunu anladım. Öte yandan elimizdeki eser sayısı artınca, kendimize “eserlerimizi niteliklerine göre nasıl ayırabiliriz”, “bizim nasıl bir çizgimiz var” diye sormaya başladık. Ancak şundan söz edebiliriz: ben 1950’ler ve 1960’lardan sonraki dönemin sanatçılarıyla ilgilendim ve dolayısıyla koleksiyonumuzda önceki dönemlere ait eserler pek yok. Son zamanlarda ise daha çok genç sanatçılara yöneldik.

 

Koleksiyonda öne çıkan teknikler hangileri?

 

Defne ile daha çok teşrik-i mesai yapmaya başladıktan sonra ve müzeyi oluşturduğumuz süreçte, elimizde ağırlıklı olarak 1950 sonrası modern ve günümüz sanatçılarının resimlerinin olduğunu gördük. Heykel oldukça azdı; zaten bence Türkiye’de heykel sanatı yurt dışıyla karşılaştırıldığında halen emekleme döneminde. Biz de koleksiyondaki heykel sayısını artırmayı öncelikli hale getiren bir plan yaptık. Ama ben hala bir eserin bizimle birlikte olmasını, ancak onu gerçekten beğendiysem arzu ediyorum. Bu tercihlerin ardında hiç “60’lı yıllara ait eser sayımız az, biraz da onlardan olsun” ya da “şu tarzda eserler olsun”, “yatırım dönüşü getiren sanatçılar olsun” gibi motivasyonlar olmuyor. Ben bu yola öyle, çok bilinçli bir şekilde “şimdi koleksiyoner olacağım ve şöyle bir çizgi belirleyeceğim” diyerek çıkmadım. Açıkçası tarzları belirlerken Defne beni hala kısmen yönlendiriyor; bu alanda eğitimli olduğu için onun düşüncelerine saygı duyuyorum.

 

Yine de bir esere baktığınızda sizi görece daha çok cezbeden özellikler vardır…

 

Benim için en önemli değer, işin “emek-yoğun” olması. Bu anlamda karakalem ve hiperrealist işleri çok seviyorum. Bir de sanatın beni heyecanlandıran, ‘genius’ bir tarafının olmasını önemsiyorum; akıllıca yapılmış işler hoşuma gidiyor. Renk de benim için önemli olsa gerek. İnstagram’da “erolbangbang” adıyla, beğendiğim eserleri paylaştığım bir hesabım var. Geçtiğimiz günlerde şöyle bir bakınca, hepsinin son derece renkli olduğunu fark ettim. Nedenini bilmiyorum. Benden akademik ve sanatın derinliklerine dönük bir yorum alamayacaksınız. Ben bu konuda çok sıradan biriyim; beğenilerim de öyle.

 

Kızınız İdil Tabanca da sanatla yakından ilgileniyor. İkinizin sanat görüşü zaman zaman ters düşüyor mu?

 

Bu konularda kızımla sık sık fikir alış-verişi yapıyoruz; sanat eğitimi aldığı için meseleye benden çok daha bilinçli yaklaşıyor ve onunla konuşurken bazen yeni bilgiler ediniyorum. Bu arada kendi koleksiyonunu da oluşturmaya başladı. Ancak ben hoşuma giden eserleri alıyor olmaktan, hatta almasam bile onlara bakmaktan, onları takip etmekten son derece memnunum.

Erol Tabanca Erol Tabanca Erol Tabanca
Odunpazarı dedelerimizin mahallesi ve müzeyi kurmaktaki amacım sorulduğunda “mahallemizin, şehrimizin, ülkemizin adının dünyada duyulmasından daha büyük bir keyif olamaz” diyorum.

Bilgi almak için özellikle yararlandığınız kaynaklar hangileri?

 

İstanbul Modern’in Danışma Kurulu ile Baksı Kültür ve Sanat Vakfı’nın Mütevelli Heyeti üyesiyim; bu kurumlarla olan çalışmalarımız sırasında, bazı konularda zaman zaman bilgilenme olanağı buluyorum. Ayrıca çok sevdiğim bir dostum olan Olgaç Artam’ın (Antik A.Ş.) sanata olan bakışına çok inanıyorum ve sanat üzerine kendisiyle sık sık sohbet ediyoruz. Pandemiden önce Art Basel’i ve Frieze’in Londra ayağını ziyaret ediyordum. Türkiye’de Contemporary İstanbul’u takip ediyorum. Az önce de belirttiğim gibi, önceki dönemde çok yoğun olduğumdan bu konularda benim elim, kolum Defne olmuştu. Ben yurt dışındayken bana Türkiye’deki kimi sergi ve sanatçılarla ilgili bilgi veriyordu. En çok üzüldüğüm noktalardan biri sanatçı atölyelerini pek ziyaret edememiş olmamdır; o ortamları seviyorum. Türkmenistan’dayken birkaç sanatçı arkadaşım vardı ve onların çalışma ortamları çok hoşuma gidiyordu. Orada olduğum süre içinde onlarla bol bol vakit geçirdim. Bunu Türkiye’de de yapabilmek isterdim; ancak dönemin zaman darlığı buna izin vermedi. Sanatçılarla aynı mekanı paylaşamamanın getirdiği eksikliği şimdi yeni bir projeyle telafi etmeyi umuyorum. Bodrum’da bulunduğumuz yer, eskiden bir at çiftliğiydi ve burayı bir “art farm” haline getirmeyi; burada usta sanatçılarla genç, yetenekli sanatçıları buluşturmayı arzu etmeye başladık. Projemizi yürütmeye ve büyütmeye çalışıyoruz. Önümüzdeki dönemde sanatçılarla daha çok bir arada olmamızın yolu bu projeden geçebilir.

 

Koleksiyonda sizin için ayrı bir öneme sahip bir eser var mı?

 

Koleksiyonumuzdaki eserlerin hepsi benim için çok değerli ve her birinin varlığı beni ayrı ayrı heyecanlandırıyor. Herhangi birini seçmem mümkün değil; çünkü birinin adını ansam diğeri gönül koyacak. Ancak geçenlerde bana bir dergiden ulaştılar ve “koleksiyonunuzda hangi sanatçının işinin olmasını isterdiniz” diye sordular. Nicolas Party adlı bir sanatçı var ve onun o naif resimleri çok hoşuma gidiyor. Eğer koleksiyona dahil olabilseydi, bu beni çok heyecanlandırırdı.

 

Koleksiyon yaparken sizi en çok zorlayan konular (depolama, koruma, vb) hangileri oldu? Bunlara nasıl çözümler ürettiniz?

 

Aslında müzeleşme sürecimiz aşamalar halinde gerçekleşti. Ofis depomuzdaki eserler birikmeye başlayınca daha profesyonel bir depolama sistemine geçmeye karar verdik ve Maslak Atatürk Oto Sanayi’deki büyük ve eski bir tamir atölyesini depo haline getirdik. Orada gazlı yangın söndürme sistemi bile kurduk ve gayet dikkatli davrandık. Mekanda iki buçuk, üç sene kadar kaldık ve bu sırada sanat eserlerinin korunmasına dair deneyimler elde ettik. Türkmenistan’da yaptığımız bazı projelerde zaten bu tür hassas çözümler üretmiştik ve konuyla ilgili bilgimiz vardı. Eskişehir projesi yapılırken de mimarımız Kengo Kuma, daha önce çok sayıda müze projesi gerçekleştirdiği için bizleri yaratmamız gereken koşullarla ilgili olarak bilgilendirdi. Biz de bunların hepsini imtina etmeden yerine getirdik. Bu sayede, özellikle yangına ve hırsızlığa karşı yoğun tedbirlerin alınmış olduğu bir müzeye ve depoya sahibiz.

 

Koleksiyonu Eskişehir’le buluşturma ve OMM - Odunpazarı Modern Müze gibi dünya çapında ses getiren bir müze kurma fikri nasıl ortaya çıktı?

 

Müze kurma düşüncesi hemen oluşmamış olsa da, eserlerin sayısı bu denli artmışken kamuyla paylaşılmamalarının ve bir kenarda öylece durmalarının anlamını ailecek sorgulamaya başlamıştık. Onlar için bir sergileme ortamını nasıl yaratabileceğimizi düşündük. Eskişehir benim memleketim ve orada bir otelimiz var. Odunpazarı ise Osmanlı sivil mimarisinin önemli örneklerinin bulunduğu bir bölge. Ben de Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Yılmaz Büyükerşen’i ziyaret ettim ve kendisiyle bir sergi alanı yaratmaya yönelik niyetimi paylaştım. O da buna uygun olabilecek birkaç yer gösterdi ve bunlardan bir tanesi Odunpazarı semtinin içinde bir alandı. Aklıma ilk gelen, 1700’lerin başlarında oluşmuş bir semtin o zamanki mimarisiyle bugünün modern mimarisi arasındaki karşıtlığın insanların ilgisini çekebileceğiydi. Öte yandan Odunpazarı’ndaki evlerin ana malzemesi ahşap olduğundan, bu projeyi ahşap ile çalışan bir mimarla yapmamız gerekiyordu. Yakın çevremizden birçok kişi de Kuma’yı tavsiye etti. Bunun üzerine Japonya’ya gidip kendisiyle görüştüm; o da Eskişehir’i ziyaret etmek istedi. Ortağı Yuki Ikeguchi ile birlikte geldiler ve ortamdan çok etkilendiler. Mimarla konuşmaya başladığımız sıralarda bu yapının bir müze olması gerektiği ve bunu yalnızca fiziksel koşullarıyla sağlaması değil, bir vakfı olması gerektiği düşünüldü; derken proje kendiliğinden yürüdü. İyi ki de öyle oldu. Eskişehir için önemli bir değer yarattığını düşünüyorum. Odunpazarı dedelerimizin mahallesi ve müzeyi kurmaktaki amacım sorulduğunda “mahallemizin, şehrimizin, ülkemizin adının dünyada duyulmasından daha büyük bir keyif olamaz” diyorum.

 

Hoşuma giden eserleri alıyor olmaktan, hatta almasam bile onlara bakmaktan, onları takip etmekten son derece memnunum.

 

 

Eskişehir müzeyi nasıl karşıladı? Beklediğiniz etkiyi yarattı mı?

 

Tahminlerimizin çok üzerinde bir ilgi gördü. Geçtiğimiz günlerde kamuoyunda tepki alma araştırması yapan arkadaşların verdiği bilgiye göre, OMM'un şu ana dek iki milyara yakın kez medya görünürlüğü olmuş; buna sosyal medya, televizyon, gazete ve dergiler dahil. Bu, müthiş bir şey. Müze, sanat camiasında da çok ses getirdi. Müze binasının iyi bir mimar tarafından yapılmasının ve Eskişehir’de konumlandırılmasının bunda büyük etkisi oldu. Ancak en az onlar kadar önemli bir başka etmen de sergiyi gezen herkesin oradan olumlu düşüncelerle ayrılmasıydı. Çünkü izleyiciler için anlaşılabilir bir sergiydi. Bence Türkiye’de müzeler hala birer öncü olma görevi taşıyor ve öncülüğünü en çok yapmaları gereken de sanatı sevdirmek. Sanatı uç noktalarda yorumlamak, ona görece standart düşünce ve beğenilere sahip izleyicileri dışlayan bir yerden bakmak kopukluğa neden oluyor. OMM'un birçok müzeye kıyasla çok daha yüksek bir ziyaretçi potansiyeli oluşturmasında ilginç bir binada yer alması ve Eskişehir gibi yükselen bir değerin parçası olması elbette etkili oldu; ama burada ‘sıradan’ bir koleksiyonun sergilenmesi de bir o denli önemliydi. Ben müzedeyken Odunpazarı’ndan gelen teyzelerin, bir resmin karşısında çocukları ve torunlarıyla birlikte durup düşüncelerini ifade etmelerine ve gülüşmelerine tanık oldum; o işle ilgili söyleyebilecekleri bir şeyleri vardı ve ben bunu çok önemsiyorum. Toplumla samimiyet kurabilen sanat, insanları kendine daha çok çekiyor. Yine bir keresinde beni bir sanat yarışmasına jüri üyeliğine davet ettiler ve orada bazı genç arkadaşlar vardı. Beğeni tariflerini hem dar kapsamlı, hem de çok eleştirel buldum. Bu düşüncemi kendileriyle de paylaştım.

 

OMM - Odunpazarı Modern Müze’nin kurulmasından önce, koleksiyonu Polimeks’in binalarında sergiliyordunuz; hatta bu sayede bazı çalışanlarınız koleksiyonerliğe adım bile atmış. Koleksiyonun bir bölümünü başka mekanlarınızda sergilemeyi sürdürüyor musunuz? Koleksiyonun tamamını OMM’da görmek mümkün mü?

 

Tabii ki ofislerimizde sanat eserleri halen mevcut. Müzenin alanı koleksiyonun tamamını aynı anda sergilemek için yeterli değil ve koleksiyondan seçkiler zaman zaman değiştirilerek sergileniyor. Unutmamak gerekir ki İdil ve müze ekibinin ayrı bir sergi programı var; sadece koleksiyon sergileri değil, konseptini onların kararlaştırdıkları bazı süreli sergiler de söz konusu. Arzu ederlerse, koleksiyondaki o konseptle örtüşen işleri de bu sergilere dahil edebiliyorlar. Müzenin işletim ve sergileme kararları genç ve kadın yöneticilerimizde; on üç kişilik bir ekip ve aralarında yalnızca bir erkek var! Bu pozitif tavrımızın altını ayrıca çizmek isterim.

 

Bazı eserler İstanbul’da, Eskişehir’de ve Alaçatı’daki otelinizde görülebiliyordu… Onlarla ilgili bir değişiklik söz konusu oldu mu, yeni projeleriniz var mı?

 

Aslında şimdilerde sanat camiasından bazı dostlarımızla birlikte kapsamlı bir çalışma içindeyiz. Büyükada’yı bir sanat adasına dönüştürmekle ilgili bir fikrimiz var ve henüz çok yeni bir girişim. Süreç olumlu yönde ilerlerse OMM Ada’nın olmaması için hiçbir neden yok. Eserlerin bir depoda duracağına Büyükada’daki bir OMM’da sergilenmesi düşüncesi bana çok hoş geliyor. Ada zaten çok kıymetli; İstanbul’un tarihi değerlerini yitirmeyen nadir yerlerinden biri ve bizim bu kıymeti fark edip o değerleri de yitirmeden üzerine sağlıklı bir işlev eklememiz lazım. “Büyükada niye bir Venedik olmasın?” da sloganlarımızdan biri.

 

Koleksiyonerliğe başlayanlar mutlaka beğendikleri eseri alsınlar; beğenmedikleri hiçbir şeyi, asla “ileride değer kazanır” gibi sebeplerle almasınlar. Bunlar, bir koleksiyonere bütün amatörlüğünü kaybettirir.

 

 

Sanat dışında koleksiyon yaptığınız başka alanlar var mı?

 

Geçmişte çok fazla seyahat ettiğimden, asistanımla birlikte otel oda kartları koleksiyonu yapıyorduk; ben seyahatten gelince kartları ona veriyordum, o da arşivliyordu. Ayrıca Bodrum’da yapmayı düşündüğüm proje için sürdürülebilirliği göz önünde tutuyorum ve daha önce kullanılmış malzemeleri yeniden kullanmaya yönelik bir yol haritası çiziyorum. Genellikle eskicilerden, bazen de antikacılardan, artık işlevini yitirmiş hesap makinesi, daktilo, dikiş makinesi, terazi gibi ürünleri alıp biriktiriyorum. Ama onlara ileride başka işlevler vererek onları yine hayatın bir parçası haline getirmek istiyorum. Koleksiyonculuğa girmez belki; ama bu da bir biriktirme. Böylece sanatçıların önünde büyük bir malzeme yığını olacak ve onlar da istedikleri objeyi istedikleri şekilde sanata dönüştürerek ona yeniden değer kazandıracak.

 

Koleksiyonerliğe yeni başlayanlara ne gibi önerileriniz olurdu?

 

Mutlaka beğendikleri eseri alsınlar; beğenmedikleri hiçbir şeyi, asla “ileride değer kazanır” vb sebeplerle almasınlar. Bunlar, bir koleksiyonere bütün amatörlüğünü kaybettirir. Ayrıca genç sanatçıları iyice araştırmalarını öneririm. Burada sürekliliği olacak sanatçıları bulmak önemli; çünkü genç sanatçılar sanatı bırakıp başka alanlara geçebiliyorlar ve bu da koleksiyoner için bir handikap. Bir de kendilerine danışmanlık yapabilecek, dürüst ve samimi buldukları insanlardan bilgi almalarında büyük yarar olduğunu düşünüyorum. Bu tür bilgileri yayınlar aracılığıyla takip etmeleri de çok önemli.

 

 

Bu röportaj, TEB Özel için Art50.net adına İpek Yeğinsü tarafından gerçekleştirilmiştir.

OMM - Odunpazarı Modern Müze, gece görünüm. Fotoğraf: Batuhan Keskiner
1/24
OMM - Odunpazarı Modern Müze giriş ve bekleme alanı. ©NAARO
2/24
OMM - Odunpazarı Modern Müze, sergi alanından genel görünüm. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
3/24
Erol Tabanca Polimeks Holding ofisinde. Eser: Marc Quinn, Fotoğraf: Selin Saral
4/24
OMM - Odunpazarı Modern Müze, sergi alanından genel görünüm. Eserler: Yağız Özgen (sol), Guido Casaretto (orta), Osman Dinç (sağ). Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
5/24
OMM - Odunpazarı Modern Müze, sergi alanından genel görünüm. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
6/24
OMM - Odunpazarı Modern Müze, sergi alanından genel görünüm. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
7/24
OMM - Odunpazarı Modern Müze, sergi alanından genel görünüm. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
8/24
OMM - Odunpazarı Modern Müze, sergi alanından genel görünüm. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
9/24
OMM - Odunpazarı Modern Müze, sergi alanından genel görünüm. Eser: Guido Casaretto. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
10/24
OMM - Odunpazarı Modern Müze, sergi alanından genel görünüm. Eserler: Ahmet Elhan (sağ ve sol), Burcu Perçin (orta). Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
11/24
OMM - Odunpazarı Modern Müze, dış cephe. Fotoğraf: Batuhan Keskiner
12/24
OMM - Odunpazarı Modern Müze Atrium. Fotoğraf: Batuhan Keskiner
13/24
OMM - Odunpazarı Modern Müze, sergi alanı. Eser: Tanabe Chikuunsai IV. ©NAARO
14/24
Tanabe Chikuunsai IV detay. Fotoğraf: Kemal Seçkin
15/24
OMM - Odunpazarı Modern Müze, iç mekandan görünüm, 3. kat. Fotoğraf: Batuhan Keskiner
16/24
OMM - Odunpazarı Modern Müze, sergi alanından genel görünüm. ©NAARO
17/24
Erol Akyavaş, Kartaca Yıkılmalı, 1981, tuval üzerine karışık teknik, 115 x 415 cm-triptik. Erol Tabanca Koleksiyonu. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
18/24
Nejad Melih Devrim, Ayasofya, 1948, tuval üzerine yağlıboya, 97 x 72 cm. Erol Tabanca Koleksiyonu. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
19/24
Canan Tolon, İsimsiz, 2015, tuval üzerine pas ve akrilik, 191 x 610 cm. Erol Tabanca Koleksiyonu. Fotoğraf: Ozan Çakmak
20/24
Ferruh Başağa, Toplum ve İşbirliği, 1953, tuval üzerine yağlıboya, 200 x 300 cm. Erol Tabanca Koleksiyonu. Fotoğraf: Ozan Çakmak
21/24
Ramazan Bayrakoğlu, Uyuyan Adam, 2010, tuval üzerine dikiş, 143 x 210 cm. Erol Tabanca Koleksiyonu. Fotoğraf: Ozan Çakmak
22/24
Sinan Demirtaş, Aylin, 2014, tuval üzerine yağlıboya, 240 x 220 cm. Erol Tabanca Koleksiyonu. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
23/24
Tayfun Erdoğmuş, İsimsiz, 2008, tuval üzerine karışık teknik, 195 x 146 cm. Erol Tabanca Koleksiyonu. Fotoğraf: Ozan Çakmak
24/24